22 comments
You may like
✨ Paleolitik dönemde (takriben MÖ 40.000 - MÖ 10.000) mağara duvarlarına çizilen hayvan figürlerinden anlıyoruz ki, tarih öncesi insanın dünyayı bugünkünden oldukça farklı algılıyordu. Lascaux (Fransa) ve Altamira (İspanya) mağaralarındaki resimler, yalnızca av sahnelerinin tasviri değil, aynı zamanda ritüelistik ve şamanistik bir bilinçle oluşturulmuş sembollerdi. 📌 Mağaralar, Bilinci Değiştiren Alanlar mıydı? Bu resimler, mağaraların derinliklerinde, hava akışının sınırlı olduğu alanlarda yapılmıştı. Bu alanlarda gaz çıkışları mevcuttu ve bazı mağaralarda karbon monoksit veya metan gibi gazların birikmesi mümkündü. Kapalı ortamda uzun süre kalan bireylerde halüsinasyon benzeri etkiler ortaya çıkarıp, mağarayı yalnızca bir barınak değil, trans hâline geçilen kutsal bir alan hâline getiriyordu. Bu durumda, mağara resimleri yalnızca avlanma büyüsü için değil, ruhsal bir yolculuğun parçası olarak da çizilmişti. Şamanlar ya da mağara ressamları, trans hâlinde gördükleri imgeleri mağara duvarlarına kazımış, hayvanları yalnızca fiziksel varlıklar olarak değil, ruhsal güçlerin yansımaları olarak görmüştü. 📌 Göbeklitepe Göbeklitepe’de (takriben MÖ 9600) dev taşların dikilerek oluşturulan tapınak kompleksi de benzer bir zihinsel sürecin ürünüdür. Henüz tarıma geçmeden, bu kadar büyük taşları taşıyıp bir ritüel alanı inşa etmeleri, yalnızca fiziksel bir çaba değil, aynı zamanda derin bir ruhsal ve zihinsel dönüşümün işaretiydi. Göbeklitepe’nin inşasında yer alan insanlar, büyük ihtimalle, tıpkı mağaralarda olduğu gibi trans hâlinde, doğaüstü varlıklarla bağlantı kurduklarına inanarak bu yapıyı oluşturmuşlardı. Boğa bir boğa değil, doğurganlık ve güçtü. Geyik bir av değil, ruhsal yolculuğun rehberiydi. Göbeklitepe’deki dev taşlar ise yalnızca bir yapı değil, başka bir gerçeklik algısıyla inşa edilmiş kutsal bir mekândı. Onlar için çizgiler, şekiller ve taşlar, bir tür büyü, bir iletişim aracı, hatta belki de ruhsal bir geçiş kapısıydı. #kürşaddemirci #arkeoloji #tarih #sanat #ritüel #şamanizm #bilinç #mağara #göbeklitepe #sembolizm #efendisanal
efendi.sanal
409
·3-5✨💊 Antibiyotikler İşe Yaramayabilir! Günümüzde basit bir boğaz enfeksiyonu geçirdiğimizde doktora gidip birkaç günlük antibiyotik tedavisiyle iyileşmeyi bekliyoruz. Fakat, öyle gözüküyor ki, bakteriler antibiyotiklere karşı direnç geliştirmeye başladı. 📌 Bakteriler Nasıl Direnç Geliştiriyor? Bakteriler, doğaları gereği inanılmaz bir uyum yeteneğine sahiptir. Ortamlarında onları yok etmeye yönelik bir tehdit ortaya çıktığında (örneğin bir antibiyotik), zaman içinde bu tehdide karşı koyacak mekanizmalar geliştirirler. Darwin’in “en güçlü olan değil, değişime en iyi uyum sağlayan hayatta kalır” prensibi, mikroorganizmalar için de geçerlidir. Diyelim ki vücudunuzda hastalığa neden olan milyonlarca bakteri var ve siz antibiyotik tedavisine başladınız. İlaç, bakterilerin büyük bir kısmını öldürür. Ancak milyonda bir ihtimalle, bazı bakteriler genetik yapılarındaki rastgele mutasyonlar sayesinde antibiyotiğe karşı dirençli hale gelir. Bu dirençli bakteriler hayatta kalır ve çoğalmaya devam eder. Zamanla, antibiyotiğe duyarlı bakteriler yok olurken, dirençli olanlar baskın hale gelir. Üstelik bakteriler yalnızca kendi soylarında değil, farklı türler arasında da direnç genlerini paylaşabilir. Örneğin, bir bakteri sahip olduğu direnç genini başka bir bakteriye aktararak adeta “kendini savunma kılavuzunu” paylaşır. Bu süreç, antibiyotik direncinin hızla yayılmasına neden olur. 📌 Ne Kadar Tehlikeli? 2019 yılında dünya genelinde yaklaşık 4,95 milyon insanın ölümü, antibiyotik direnciyle bir şekilde bağlantılıydı. Üstelik bunların 1,27 milyonu doğrudan dirençli bakteriler nedeniyle hayatını kaybetti. Bu rakam, aynı yıl HIV/AIDS veya sıtma nedeniyle ölenlerden daha fazla. Türkiye, Avrupa ülkeleri içinde antibiyotik kullanımı ve direnç oranlarının en yüksek olduğu ülke konumunda. Özellikle idrar yolu enfeksiyonları, hastane kaynaklı zatürre ve kan dolaşımı enfeksiyonlarında antibiyotik direnci ciddi bir sorun haline gelmiş durumda. Eğer gerekli önlemler alınmazsa, bilim insanları 2050 yılına kadar her yıl 10 milyon insanın antibiyotik dirençli enfeksiyonlar nedeniyle ölebileceğini öngörüyor. Bu sayı, kanser kaynaklı ölümleri bile aşabilir. Başka bir deyişle, antibiyotik direnci önümüzdeki 30-40 yıl içinde insanlığın karşılaştığı en büyük sağlık tehditlerinden biri haline gelebilir. 📌 Ne Yapmalıyız? 🔶 Gereksiz Antibiyotik Kullanımı Bırakılmalı: Antibiyotikler yalnızca bakteriyel enfeksiyonları tedavi eder, ancak grip ve soğuk algınlığı gibi virüs kaynaklı hastalıklarda etkisizdir. Virüsler, antibiyotiklerin hedef aldığı hücre yapılarına sahip olmadığından, bu ilaçlar virüsleri öldüremez. 🔶 Tedaviyi Yarıda Kesmeyin: Kendinizi iyi hissetseniz bile doktorun önerdiği süre boyunca ilacı kullanmalısınız. Tedavi erken kesildiğinde, dirençli bakteriler vücutta kalıp yeniden çoğalabilir ve enfeksiyonun daha güçlü bir şekilde geri dönmesine neden olabilir. 🔶 Gıda ve Tarımda Antibiyotik Kullanımını Sınırlayın: Hayvanlara gereksiz antibiyotik verilmesi, dirençli bakterilerin gıda yoluyla insanlara bulaşmasına neden olur. Bu konuda kamuoyu bilinçlendirilmeli ve antibiyotik kullanımını sınırlandıran yasal düzenlemeler yapılmalıdır. #sağlık #bilim #tıp #bakteri #antibiyotik #direnç #enfeksiyon #hastalık #bağışıklık #mutasyon #tedavi #ilaç #tarım #korunma #efendisanal
efendi.sanal
7151
·2-26İstanbul çok farklı bir şehir olabilirdi... Roma, Bizans ve Osmanlı’nın başkenti olmuş, dünyanın en önemli şehirlerinden birinden bahsediyoruz. İstanbul, esasında bir açık hava müzesidir. Yolları genişletmek, yeni yapılar dikmek elbette olabilir, ancak bunu şehrin tarihini ve ruhunu koruyarak yapmak gerekir. Aksi halde, elimizde ne tarihi bir şehir ne de estetik bir modern şehir kalır—sadece kaotik bir beton yığınına sahip oluruz. İstanbul bugün, plansız şehirleşme, kimliksiz yüksek yapılar ve tarihi dokunun yok edilmesiyle geçmişini hızla kaybediyor. Bu sürecin en büyük kırılmalarından biri, Adnan Menderes döneminde yaşandı. 1950’lerde, İstanbul’u “modernleştirme” adı altında yapılan geniş çaplı yol projeleri ve yeni bina inşaatları, Sinan’ın inşa ettiği camilerin bile yıkılmasına neden oldu. O dönem “yol açma” uğruna Süleymaniye, Şehzadebaşı gibi tarihi bölgeler büyük zarar gördü. Ne yazık ki, bu yıkım 20. yüzyıldan 21. yüzyıla taşınarak kontrolsüz dikey yapılaşmaya dönüştü. Gökdelenler ve yüksek yapılar, modern şehirlerin bir parçası olabilir. Ancak, İstanbul gibi binlerce yıllık bir tarihe sahip bir şehirde, bu yapıların tarihi dokuya zarar vermeyecek şekilde inşa edilmesi gerekir. Örneğin, Paris, Viyana veya Roma gibi şehirlerde modern yapılar belirli bölgelerde toplanırken, tarihi şehir merkezleri korunur. İstanbul’da ise, hem tarihi hem de modern yapılar birbirine karışarak kaotik bir görüntü oluşturuyor. 📌 Dünyadaki Tarihi Şehirler Nasıl Korunuyor? • Paris: Şehir merkezinde yüksek bina yapmak yasak. Gökdelenler, La Défense gibi özel alanlarda toplanıyor. • Roma: Tüm yeni yapılar antik şehir silüetine uygun olmak zorunda. • Londra: Modern yapılar belirli bölgelerde yoğunlaşırken, Tarihi Thames kıyısı ve Westminster çevresi korunuyor. Ancak İstanbul’da ne bir estetik bütünlük ne de şehir kimliğini koruma bilinci var. Bugün, Galata Kulesi’ni gökdelenlerin arasından görmek, Ayasofya’nın gölgesinde çelik ve cam binalar yükselmesi normalleşmiş durumda. #tarih #mimari #ilberortaylı #celalşengör #istanbul #estetik #adnanmenderes #mimarsinan #efendisanal
efendi.sanal
258
·2-16Osmanlı İmparatorluğu’nun I. Dünya Savaşı’ndan yenik çıkmasının ardından İtilaf Devletleri, İstanbul’u ve Anadolu’nun çeşitli bölgelerini işgal etti. Ancak, işgalciler arasında mutlak bir uyum yoktu. İngilizlerin çıkarcı ve sert politikaları, diğer müttefiklerini bile onlardan soğutmuştu. 📌 İtalyanlar İtalyanlar, savaş sonrasında Anadolu’dan büyük topraklar almayı umuyordu. Ancak, 1919 Paris Konferansı’nda İngilizler ve Fransızlar, İtalyanlara verilen sözleri yerine getirmedi. Bunun yerine İzmir ve çevresi Yunanistan’a verildi. Bu, İtalyanları kızdırdı çünkü onlar da Batı Anadolu’yu ele geçirmeyi planlıyordu. İngilizlerin bu hamlesine misilleme olarak, İtalyanlar Anadolu’daki Türk direnişine müdahale etmemeye ve hatta gizliden destek olmaya başladı. Bazı İtalyan birlikleri, ellerindeki silahları ve mühimmatı Anadolu’daki Kuvâ-yi Milliye’ye teslim etti. Silah kaçıran Türk direnişçilerine de göz yumdular. 📌 Fransızlar Fransızlar, Ortadoğu’da ve Anadolu’da kendi çıkarlarını korumak istiyordu. Ancak, İngilizler sürekli olarak kendi çıkarlarını ön planda tutarak Fransızları dışladı. Örneğin, Sykes-Picot Anlaşması’na göre Musul, Fransız bölgesi olarak belirlenmişti. Ama savaş sonrası İngilizler, Fransızları saf dışı bırakıp Musul’u kendileri aldı. Ayrıca, Anadolu’nun güneyinde işgal ettikleri bölgelerde (Adana, Antep, Maraş ve Urfa) Türk direnişiyle karşılaşan Fransızlar, İngilizlerden bekledikleri desteği alamadılar. Türk direnişi karşısında ağır kayıplar verince, Anadolu’daki mücadeleyi bitirmek yerine, İngilizlere rağmen direnişçilerle müzakere yolunu seçtiler. 1921’de Ankara Anlaşması ile Anadolu’dan çekildiler. 📌 Ruslar Beyaz Ruslar, 1917 Bolşevik Devrimi’nden sonra Rusya’dan kaçan Çarlık yanlısı askerler ve sivillerdi. İç savaşta Bolşeviklere karşı mücadele etmişlerdi ve müttefiklerinden destek bekliyorlardı. Ancak, İngilizler İstanbul’a sığınan Beyaz Rusları zor durumda bıraktı, onlara yeterli yardımda bulunmadı ve onları bir yük olarak gördü. Bu durum, Beyaz Rusların İngilizlere karşı soğumasına ve Türklerle daha yakın bir ilişki kurmayı düşünmesine yol açtı. Son araştırmalara göre, bazı Beyaz Rus subayları ve askerleri Anadolu’da yeni bir hayat kurmak için Türkler ile iş birliği yapmayı bile düşündü. #tarih #osmanlı #istanbul #anadolu #ilberortaylı #celalşengör #dünyasavaşı #kurtuluşsavaşı #atatürk #ingiltere #italya #fransa #rusya #efendisanal
efendi.sanal
651
·2-15Gustav Jung, modern psikolojinin en önemli figürlerinden biri. Onu, Sigmund Freud’un en parlak öğrencilerinden biri olmasıyla ve mistisizme kayan teorileriyle tanıyoruz. Röportajda belirttiği gibi, Jung, psişenin—yani insan zihninin hem bilinçli hem de bilinçdışı tüm katmanlarını içeren, düşüncelerimizin, duygularımızın ve sezgilerimizin işlediği ruhsal yapının—zaman ve mekânla sınırlı olmadığına inanıyordu. Ona göre psişe, sadece bireyin geçmiş deneyimlerinin bir toplamı değil, aynı zamanda kolektif bilinçdışının derinliklerine uzanan ve evrensel bilinçle bağlantı kurabilen dinamik bir sistemdi. Bilinçdışının, yalnızca geçmişin bir yansımasını temsil ettiğini değil, gelecekle ve evrensel bilinçle de etkileşim hâlinde olduğunu düşünüyordu. Bu düşünce etrafında, “senkronisite” adını verdiği bir kavram geliştirdi. Ona göre, iki olay arasında nedensel bir bağ olmasa da, anlam açısından güçlü bir bağ bulunabiliyordu. Örneğin, uzun süredir görüşmediğiniz bir arkadaşınızı düşünürken aniden ondan bir mesaj almanız ya da belirli bir sembolün rüyanızda göründükten kısa bir süre sonra gerçek hayatta karşınıza çıkması, Jung’a göre, senkronize olaylardı. 🎬 Peki, senkronisite ve ona benzer psişik olaylar hiç bilimsel deneye tabi tutuldu mu? Bu deneyleri ve teorileri incelediğimiz YouTube videomuzu izleyebilirsiniz. Link bio’da 👉 #bilim #parapsikoloji #mistisizm #psikoloji #psişe #bilinç #evren #kuantum #telepati #ruh #enerji #bilinçaltı #paranormal #jung #gustavjung #efendisanal
efendi.sanal
5610
·2-132024 Nobel Ödülleri’nin dört sahibi, günümüzün en büyük tartışmalarından biri olan “yapay zeka” üzerine konuşuyor. Bu isimlerden David Baker biyoteknoloji, Daron Acemoğlu ekonomi, Demis Hassabis ve Geoffrey Hinton ise yapay zeka alanında öne çıkmış isimler. Tarihte, toplumu böylesine köklü değiştiren en yakın örnek Sanayi Devrimi. Buhar gücünün üretime entegre edilmesiyle başlayan bu süreç, üretim modellerini ve iş gücünü tamamen dönüştürdü. Bu dönüşüm, üretimi artırdı ancak milyonlarca insanı işsiz bıraktı. Yeni sektörlerin doğmasıyla işsizlik azaldı ancak bu süreç yaklaşık 90 yıl sürdü. Buharlı makinelerle işsiz kalan dokuma işçilerinin çocukları belki yeni sektörlerde iş bulabildi ama bir nesil boyunca işsizlik büyük bir problem oldu. Ücretler %30 ila %40 oranında düştü, işçilerin yaşam standartları geriledi ve bu durum büyük sosyal hareketleri tetikledi. Karl Marx ve benzeri düşünürlerin yükselişi, bu sınıfsal dengesizliğin bir sonucuydu. İşçi hakları için verilen mücadeleler, sosyalist hareketlerin doğuşuna zemin hazırladı. Bugün, Sanayi Devrimi’ne benzer büyüklükte bir değişimin içindeyiz. Yapay zeka, insan aklını taklit eden ve otomatikleştiren bir teknoloji. Sanayi Devrimi, fiziksel işleri makinelere devretti; Yapay Zeka Devrimi ise zihinsel işleri devralıyor. Bu durum, sadece mavi yakalı işçileri değil, beyaz yakalı meslekleri de tehdit ediyor. Finans analistleri, avukatlar, doktorlar, yazılım mühendisleri ve hatta sanatçılar bile yapay zeka tarafından işsiz bırakılabilir. Sanayi Devrimi sırasında fabrikalara geçen işçiler, yeni sektörlerde iş bulabilmişti. Ancak bugün, yapay zeka tarafından işsiz bırakılanların gidebileceği yeni bir sektör olup olmadığı belirsiz. Sanayi Devrimi’nden farklı olarak, yapay zeka devrimi çok daha hızlı ilerliyor. 19. yüzyılda makinelerin yaygınlaşması onlarca yıl sürerken, yapay zeka birkaç yıl içinde dünya çapında milyonlarca insanın işini kaybetmesine neden olabilir. #bilim #ekonomi #teknoloji #yapayzeka #nobel #nobelödülleri #sanayidevrimi #işsizlik #otomasyon #daronacemoglu #geoffreyhinton #demishassabis #davidbaker #efendisanal
efendi.sanal
488
·2-9📌 Erich Fromm, Sevme Sanatı adlı kitabında şöyle der: “Bir insana, sırf kendi kendime yetemediğim için bağlıysam, o kişi ancak bir can simidi olabilir. Aradaki bağın sevgiyle hiçbir ilgisi yoktur. Mantığa aykırı görünse de, yalnız kalabilme becerisi, sevme becerisinin ilk koşuludur.” 🔍 Gerçek sevgi, kendi başına ayakta durabilenlerin işidir. Kendiyle huzur bulamayan, bir başkasıyla huzuru bulamaz. Kendi başına duramayan, bir başkasına yaslanır. Ama dayanak arayan birinin kurduğu bağ, sevgi değil, bağımlılıktır. Sevgi, bir eksikliği tamamlama ihtiyacından doğmaz. Sevgi, iki tamamlanmış insanın bir araya gelmesidir. Birine sırf yalnız kalmamak için tutunursan, onu sevdiğin için değil, kendini kurtarmak için tutunursun. Ve yüzmeyi bilmeyen biri can simidine ne kadar sıkı tutunursa, onu da beraberinde suya çeker. 👉 Bizi takip etmeyi unutmayın! @efendi.sanal #ErichFromm #psikoloji #felsefe #sevgi #aşk #ilişki #yalnızlık #özgürlük #bağımlılık #anlam #efendisanal
efendi.sanal
498
·2-7Sultan Vahdettin hain miydi? Torunu Hanzade Özbaş’a göre hayır. #tarih #osmanlı #vahdettin #sultanvahdettin #atatürk #hanedan #kurtuluşsavaşı #millimücadele #saltanat #muratbardakçı #erhanafyoncu #efendisanal
efendi.sanal
13.7K
·2-6MÖ 1600 civarında Santorini’de yaşanan volkanik patlama, Akdeniz tarihini değiştiren bir felaketti. Volkanik Patlama Endeksi’ne göre 7 seviyesinde ölçülen bu patlama -ki en yüksek seviye 8’dir- 50 metreyi bulan tsunamiler oluşturmuş, gökyüzünü küllerle kapatmış ve tüm bölgenin iklimini etkilemiştir. Girit’teki Minoan Uygarlığı, kıyı kentlerinin ve tarım alanlarının yok olması sonucunda çöküş sürecine girdi. Yüzyıllar sonra Mikenler Girit’e geldiğinde, bir zamanlar Ege’ye hükmeden Minoanlar tarih sahnesinden silinmişti. Santorini felaketi, Platon’un Atlantis efsanesi ile şaşırtıcı benzerlikler taşır. Platon, sulara gömülen büyük bir uygarlıktan, tanrılar tarafından cezalandırılan bir halktan bahseder. Santorini’de yaşanan felaket, tam da bu anlatıya uygundur: zengin, gelişmiş bir medeniyet, büyük bir doğa olayıyla aniden yok olmuştur. Minoanlar, güçlü ticaret ağlarıyla, sanat ve mimarileriyle, dönemin en büyük medeniyetlerinden biriydi. Tıpkı Atlantis gibi, bir gün içinde denizin ve küllerin içinde kayboldular. Bugün Santorini hâlâ aktif bir yanardağ. Eğer olur da yeniden patlarsa, Akdeniz benzer bir felaketi tekrar yaşayabilir. #tarih #arkeoloji #gündem #santorini #celalşengör #akdeniz #volkanikpatlama #tsunami #platon #atlantis #efendisanal
efendi.sanal
754
·2-5📌 Rollo May, Kendini Arayan İnsan 🔍 Toplum yalnızlığı bir kusur gibi görür. Kalabalık içinde olmak, sürekli konuşmak, hep birileriyle vakit geçirmek… İşte “normal” olan budur. Yalnız kalan biri ya dışlanmıştır ya da başarısızdır. Öyle öğretirler. Ama bazıları yalnızlığı seçer. Gürültüden uzaklaşıp düşünmeyi, yüzeysel sohbetler yerine derinleşmeyi, kalabalıkta kaybolmak yerine kendini bulmayı tercih eder. Gerçek üretkenlik, gerçek yaratıcılık burada doğar. Yanlış olan yalnızlık değil, yalnız kalmaktan korkmaktır. Kendiyle baş başa kalamayan insan, kim olduğunu asla bilemez. 👉 Bizi takip etmeyi unutmayın! @efendi.sanal #RolloMay #felsefe #psikoloji #yalnızlık #derinlik #özgürlük #bilinç #yaratıcılık #farkındalık #efendisanal
efendi.sanal
1684
·2-3Tarih, kazananlar tarafından yazılır. İmparatorluklar yükselir, dinler doğar, büyük anlatılar inşa edilir. Ancak bir anlatının kutsallığı, onun değiştirilemez olduğu anlamına gelmez. İnsanlık tarihi boyunca efsaneler, kahramanlar ve peygamberler hep yeniden şekillendirilmiştir. Tıpkı Tiyanalı Apollonius’un hikayesinde olduğu gibi. Apollonius, M.S. 1. yüzyılda Anadolu’da yaşamış bir filozof ve mistikti. İyileştirdiği hastalar, gerçekleştirdiği mucizeler, hatta bir ölüyü dirilttiği söylenir. Bazı tarihçilere göre, Apollonius’un hayatı ve öğretileri, erken Hristiyanlık döneminde İsa’nın anlatısına eklemlendi. Apollonius’un hikayesi kayboldu, İsa’nınki güçlendi. Bazıları, İsa’nın kökenine dair farklı görüşler öne sürdü. Onu Yeşhu Barnagara olarak tanımlayanlar oldu, annesinin farklı bir figür olabileceğini iddia edenler çıktı. Ancak bu fikirler zamanla susturuldu. Bu, tarihte ilk kez yaşanan bir şey değil. Büyük anlatılar, değişime uğrar. Mithra’dan Osiris’e, birçok figür zaman içinde yeniden yorumlandı, yeni anlamlar kazandı. Tarih, yalnızca olanların değil, anlatılmak istenenlerin kaydıdır. Peki bu, inançları değersiz mi kılar? Hayır. Bugün İsa’nın anlatısı, milyarlarca insanın inandığı bir öğretiye dönüştü. Bu, onun tarihsel olarak ne olduğu gerçeğinden bağımsız bir durum. Ama Apollonius gibi figürlerin unutulması, bir soruyu açık bırakıyor: Hakikat, sadece anlatılan mıdır? #aytunçaltındal #tarih #din #hristiyanlık #mitoloji #inanç #mistisizm #apollonius #isa #efendisanal
efendi.sanal
4391
·2-1📌 Viktor Frankl, İnsanın Anlam Arayışı adlı kitabında şöyle der: "İnsanlar, kendine ait bir düşüncesi ya da iradesi olmayan bir koyun sürüsü gibi, bir yerden diğerine, bazen birlikte, bazen ayrı ayrı güdülüyordu." 🔍 İnsan doğduğunda özgürdür, ama sistem ona nasıl yaşaması gerektiğini öğretir. Okula gider, mezun olur, işe girer, kredi çeker, borç öder, emekli olur… Sürüde kalmak güvenlidir, çünkü yönlendirilmek kolaydır. Ama bir noktada uyananlar olur. Yolu sorgulayanlar, dayatılan kalıpları reddedenler… Onlar artık güdülemez. Özgür düşünen her birey, sistem için bir tehdittir. Çünkü özgürlük bulaşıcıdır. Sürüye uymayan ya yalnız kalır ya da kendi yolunu açar. Gerçekten yaşamak isteyen, bunun bedelini ödemeye hazır olmalıdır. #ViktorFrankl #felsefe #özgürlük #anlamarayışı #varoluş #düşünce #bilinç #sistem #toplum #birey #farkındalık #psikoloji #efendisanal 👉 Bizi takip etmeyi unutmayın! @efendi.sanal
efendi.sanal
1310
·1-30Düşüncelerimizin, nöronlarımızın elektriksel faaliyetinden ibaret olduğu gerçeği bilim dünyasında uzun zamandır biliniyor. Ancak son yıllarda, bu elektriksel faaliyetlerin belirli frekanslarla manipüle edilerek kontrol edilebileceği fikri, nörobilimin sınırlarını zorlayan bir tartışma başlattı. İnsan beyninin, belirli frekanslarla düşünce üretebileceği veya belirli davranışlara yönlendirilebileceği fikri, yalnızca bilimsel bir tartışma değil, aynı zamanda "etik" bir tartışma. Düşünceyi şekillendirmek veya davranışı tetiklemek için bir nörona belirli bir frekansla müdahale edebilmek, potansiyel olarak epilepsi gibi hastalıkların tedavisinde devrim yaratabilir. Ancak aynı teknolojinin kötüye kullanılması durumunda, bireylerin özgür iradesinin manipüle edilmesi riski de var. Eğer bir insanın veya bir toplumun iradesine müdahale edilebilirse (belirli bir ideolojiye yönlendirmek vs.), bu teknoloji toplumlar için bir tehdit haline dönüşebilir. Bilim, sınırlarını genişletirken etik sorularla karşılaşmaya devam ediyor. İnsan beynine bu kadar derinlemesine nüfuz edebilen bir teknolojinin, bireyin özgür iradesine nasıl dokunduğu ve toplum üzerindeki etkileri, yalnızca bilim insanlarının değil, tüm insanlığın sorumluluğunda olan bir meseledir. Düşünce, insan olmanın temel taşlarından biridir ve bu temel, her ne olursa olsun korunmalıdır. #ismailhakkıaydın #bilim #nörobilim #beyin #düşünce #etik #davranış #toplum #efendisanal
efendi.sanal
4176
·1-28Ercan Kesal’ın söylediği gibi, "Ben bu dünyaya ölmek için geldim" ifadesi, yaşamı anlamanın en cesur ve sarsıcı yollarından biri. Ölüm, insana yaşamın kıymetini öğreten ve varoluşsal derdimize derman olan bir gerçektir. Çünkü sınırlı olduğunu bilmek, hayatı anlamsız kılmaz; tam tersine, anlamlı hale getirir. Yaşadığımız bu kısacık aralık, nasıl doldurduğumuzla değer kazanır. Hayatı mülk edinmek, kariyer, ün, şan, şöhret ya da iktidar hırsıyla doldurmak… Bunlar, insanın kendi varoluşuna yapabileceği en büyük haksızlıktır. Çünkü bu hırslar, gerçek bir anlam yaratmaktan çok, geçici doyumlarla zamanı heba eder. Oysa bu dünyada asıl mesele, kişinin kendi yolculuğunu bulmasıdır. Hayat, başkalarının onayını kazanmak için değil, kendi iç dünyamızda derinlik bulmak için yaşanır. Kimi bir sanat eserine kendini adar, kimi bir çocuğun eğitimine katkı sunar, kimi ise sade bir yaşamda huzur bulur. Önemli olan, bu sürenin gerçek bir anlam taşımasıdır. Çünkü ölüm, yalnızca kaçınılmaz bir son değil; yaşamın nasıl geçirildiğine dair sorulmuş bir sorudur. Bu kısacık aralığı doldurmanın yolu, kendini bulmak ve bu dünyaya bir iz bırakmaktır. Hırslar ve geçici arzular değil; sevgi, emek, öğrenme ve keşif… Bunlar, hayatı hak ederek yaşamanın gerçek yollarıdır. #ercankesal #felsefe #varoluş #varoluşçuluk #hayat #anlam #keşif #insan #efendisanal
efendi.sanal
3482
·1-27